10 Haziran 2016 Cuma

Hikayem: Karanlık Ruhlar - Bölüm 2: Sayılı Değil midir Nefeslerimiz?~~

Selamlar Millet!!

Yeni bölüm ile karşınızdayım! (:
İlk bölümü okumayanlar için Tık Tık ^^

Keyifli okumalar!

2. Bölüm: Sayılı Değil midir Nefeslerimiz?~~

Gözlerini açtığı an yeniden kapamayı diledi, derin bir iç çekişle. Geceleri, yorgunluk ve uykusuzluğa direnemeyen bedeni, uykuya yenik düşerken tek dileği oluyordu, doğacak günü görmemek, teslim olduğu karanlık tarafından sonsuza dek teslim alınmak... Ama her sabah çalan alarmın sesi, hala yaşadığının lanet bir kanıtıydı. Banyoya girip duşun altına attı kendini. Tanrının bir diğer laneti gibi olan şekil almaz, turuncu saçlarını şampuan demeye bin şahit isteyen bir sıvı ile yıkayıp duruladıktan sonra bir süre daha kaldı suyun altında. Ilık su, akıp giderken bedeninden sanki alıp götürecekmiş gibi hissettiriyordu, tüm yaralarını...

Üzerine geçirdiği üzeri pamukçuklanmış ve aşırı derecede yıpranmış bornozu ile koşarak ayrıldı banyodan. Minik odasına dönüp iki kapılı, bir kapısı eskimiş de olsa boydan boya aynayla kaplı olan, küçük dolabından siyah bir kot pantolon ile aynı renkte bir kazak çıkarıp yatağının üzerine attı. Hafif bir u dönüşü yaparak dolapla dip dibe duran komodinin çekmecesinden de siyah bir külot ve sutyen çıkardıktan sonra sıyrıldı üzerindeki bornozdan. Küçücük odada hareket ederken elinin kolunun herhangi bir şeye çarpmaması mucize gibi bir şeydi. Ve bu mucize çoğu zaman gerçekleşmediğinden, kolları ve bacakları küçük morluklarla doluydu.

İç çamaşırlarını giyip saçlarını gelişi güzel bir şekilde kuruttu eskimiş baş havlusuyla. Hala ıslak olan saçlarına aldırış etmeden pantolonunu ve kazağını da geçirdi üzerine. En son geçen kış aldığı kalın, içi havlulu çoraplarını geçirdi ayaklarına.

Kıyafetleri, hiçbir zaman umurunda olmamıştı. Ne giydiği, ne kadar süredir giydiği hep gereksiz bir teferruattı ona göre ama her mevsim buz kesen ayakları, çok büyük bir belaydı başına. Kışın, özellikle de kar yağdığı zamanlar, iki kalın çorabı üst üste giyse de amfiye gitmek için yürüdüğü o kısacık mesafede parmaklarına felç indiğini hissederdi.

Odadan ayrılmadan önce yatağının kenarında duran siyah sırt çantasını, son bir kez kontrol ettikten sonra şarj olması için prize taktığı ve yalnızca birkaç ay önce, yanında çalıştığı yaşlı kadının yoğun ısrarlarından sebep ikinci el telefonlar satan bir dükkândan aldığı telefonunu da cebine atıp kilitli olan kapıyı açarak dışarı çıktı. Kapıyı bu defa dışarıdan kilitleyip yurdun yemekhanesine doğru yol alırken bileğine taktığı siyah lastik toka ile saçlarını gelişi güzel bir şekilde topladı. Her ne kadar kalın olursa olsun aldığı hiçbir toka, saçlarını istediği ölçüde bir arada tutamıyor, her defasından sağından solundan saçlar çıkıyordu ve bu durum onu deliye döndürüyordu. Bıkkınlık ile dağılan saçlarını kulaklarının arkasına iterken yemekhaneye doğru giden yolda adımlarını daha da hızlandırdı.

Son üç yılını, bu eski, her tarafı dökülen, harabe gibi yurtta geçiriyordu ama daha kötülerini de görmüştü. Hatta belki de içlerinde en iyisi burasıydı. En azından kendine ait bir banyosu ve anahtarı vardı. Düşününce hiç de fena değildi...



Geçmişin lanet anılarının zihnine dolmasına izin vermeden girdi yemekhaneden içeri. Rastgele masalara oturmuş, bir yandan kahvaltısını yaparken bir yandan da kahkahalar atan, dedikodular yapan kalabalığa hiç bakmadan hazır kahvaltı tabaklarından aldı eline, bir fincan da çay doldurdu semaverin yanındaki kupa yığınından aldığı bir kupaya. Her zaman oturduğu masaya geçti. Tepeleme doldurulan şekerliğin içinden beş küp şeker alıp attı çayının içine. Küp şekerler eriyip karışırken köpük köpük yapıyordu çayın üzerini, o da bundan nefret ediyordu ama şekersiz de çay içemediğine göre başka şansı da yoktu. Şekerler tamamen eridikten sonra elinden geldiğince üzerindeki köpükleri kaşık ile toplayıp kurtulacaktı onlardan. Önüne konan neyse onunla yetinmeyi, alternatifler üretmeyi öğrenmişti yıllar içerisinde. Ve şimdi önünde duran hazır kahvaltı tabağı, hayatı boyunca sahip olduklarının en iyilerindendi. İnce bir dilim peynir, üç beş adet zeytin, buz gibi olmuş bir haşlanmış yumurta, hazır pakette reçel ve tereyağı...

Her sabah olduğu gibi yine etrafındaki kalabalık ve gürültüye tezat, yapayalnız ve sessiz bir şekilde yaptı kahvaltısını. Çayının son yudumunu da içip çantasını aldıktan sonra ayrıldı yurttan. Ders zamanıydı artık.

Rutin bir hale gelmişti hayatındaki her şey. Sabah kalkar, duşunu alır, yemekhanede kahvaltısını yapar, önce fakülteye ardından da çiçekçiye gider, gece 21:50'de tam da yurda giriş saatine son on dakika kala yurda dönerdi. Asla kimseyle konuşmaz, kimsenin ilgisini üzerine çekmezdi. Bir kez olsun ders çıkışlarında bırak sinemaya, tiyatroya ya da konsere gitmeyi bir alışveriş merkezine gidip yemek bile yememiş, boş boş da olsa mağaza mağaza gezmemişti ama eksikliğini de hissetmiyordu. Zaten insan bilmediği bir şeyin eksikliğini nasıl hissederdi ki? Hayatı boyunca hiç sahip olmadığı şey eksik de olmazdı.

Amfiden içeri girip ilk sıraya yerleşti her zaman olduğu gibi. Evet, onun gibi insanların en arka sıralarda ve köhne köşelerde olması beklenirdi ama o, hiçbir zaman arka sıralara tünememişti, her daim ön sıralarda oturmuştu. Üç yıldır kimseyle konuşmadığından, kendisine bulaşan da pek olmuyordu. Elbette ilkokul ve lise yıllarının ilk zamanları bir cehennemden farksızdı ama onun hayatı cenneti ne zaman tatmıştı ki? Yıllar içerisinde alışmıştı itilip kakılmaya, hakaretler işitip de hiçbir şey diyememeye. Tam da bu sebeplerden aslında şimdilerde hayatının cennet zamanlarını yaşadığını düşünüyordu zaman zaman. Her ne kadar zaman zaman kendiyle çatışsa da artık kimseden dayak yemiyor, fakültede kimsenin alay konusu olmuyor, tacize ya da tecavüze uğramıyor, üstelik de part time işi sayesinde kendi parasını kazanıyor, bir şekilde kendi kendine yetiyordu. Hayatı boyunca hiçbir şeyi olmayan birine göre aslında tam da şu anda çok fazla şeyi olduğunu düşünmekten alıkoyamıyordu kendini. Ama içinde bir yerler ne olursa olsun çok daha fazlasına sahip olabilecekken elindeki üç beş parça şeyle kendini avutmasına izin vermiyordu.

Arkadaş, aile, akraba ya da dost denen şeyler neye yarardı ki? Okuduğu kitaplarda bile insanlar hep dost dedikleri, aile dedikleri, arkadaş dedikleri ya da akraba oldukları kişilerin ihanetine uğramıyor muydu? Peki ya o? O da hayatının en büyük acısını, en yakını yüzünden yaşamamış, tüm yaşama sevincini kaybetmemiş miydi? Bu hayatta gerçekten seven ve mutlu olan kaç kişi vardı ki? Şahsen o hiç görmemişti. Sevmek ve bağlanmak acıdan başka bir şey değildi. Birine bağlanıp da mutlu olmak mümkün değildi!

İnsanlar, yalnızca işine yaradığı sürece seviyorlardı bir diğer insanı. Menfaatler ve alacaklar bitince sevgi de bitiyor yerini insanlığın en ilkel duygularına; haset ve nefrete bırakıyordu.

Onun da yıllarca en yakın olduğu duygu değil miydi nefret? Hem de en sevdiklerine, en sağlam düğümlerle bağlandıklarına... Aldığı her nefes ruhuna nefreti aşılamamış mıydı yıllarca?

Gerçi artık ondan da vazgeçmişti. Ne uğruna, kimden nefret edecekti ki?

Kim bilir, belki de köhne bir köşe başında geberip giden birinden mi nefret edecekti? Yoksa daha ne olduğunu bilmeden kaybettikleri uğruna mı bileyecekti nefretini? İşte tam da bu sorulardan sebep boş vermişti. Yok saymış, aldığı nefes kadar yaşamaya karar vermişti. O yüzdendi ya tek temennisi alacağı nefes sayısının az olmasıydı ve yine aynı sebeptendi düşündüğü her an daha sık nefes alıp verişi...

Sayılar geri geri dökülecek ve o, son nefesle birlikte sonsuz uykusuna uyuyacak, kötülüklerin, kâbusların, acıların kol gezdiği bu diyardan sonsuza dek kurtulacaktı.

Bir hayal miydi? Kim bilir belki... Ama ya değilse? Ya aslında gerçeğin ta kendisi ise?

 Ama ya değilse? Ya aslında gerçeğin ta kendisi ise?



***
Not: Gözünüze çarpan herhangi bir hata ve / veya eksik konusunda yorum yapmaktan çekinmeyin, lütfen. Sizler açıkları söyleyin ki ben daha iyisini yapabileyim, dimi? :)

Okuyan herkese teşekkürler ~~

Sosyal medya:
Aslı Yılmaz'dan Hikayeler -MyReaL-
https://www.facebook.com/groups/1483907988572435/ (Bu grupta yalnız kadın okuyucular var:))
https://www.facebook.com/MyRealAsliYilmaz/
https://instagram.com/myreal03/
https://twitter.com/MyReaLAsli
https://www.wattpad.com/user/MyReaL
https://ask.fm/MyReaL03

Kocaman Sevgilerimle,



2 yorum:

  1. Bizlerle böyle güzel hikayeler paylaştığın için teşekkürler.

    YanıtlaSil
  2. Merhaba blogunuzu yeni keşfettim, bana da beklerim :)

    YanıtlaSil

İlk fırsatta cevap vereceğim!.. (:
I will reply your comment as soon as possible! (: