Posted by MyReaL on Mayıs 09, 2025 with 3 comments
Selamlar Canım Blog Dostlarım!
Nasılsınız? İyi misiniz? Hayal nasıl gidiyor, Yaza hazır mısınız, planlar yapıldı mı?
Buralarda olmadığım zamanlarda bir sürü bir sürü dizi izledim :)
Fırsat buldukça hepsi hakkında yazacağım. Anlık olarak videolar vb. paylaştığım instagram hesabım var onu takip edebilirsiniz 😍
İlk dizimiz My Dearest olsun.
Önce tanıtım:
Qing istilası sırasında Joseon'da geçen soylu bir kadın ile gizemli bir adam arasındaki aşk hikayesi, Yu Gil Chae, iyi bir aileden iyi yetişmiş bir kadındır, dünyadaki tüm erkeklerin sevgisinin de ona ait olduğuna inanan kibirli bir kişidir, ancak savaş havasından geçtikten sonra bir erkeğe gerçekten aşık olan biri haline gelmiştir. Lee Jang Hyun, aniden ortaya çıkan gizemli bir adam. İçinde karanlık olan, doğal oyunculuğuyla kimseye açıklayamadığı karmaşık bir karakterdir. Hiçbir şeyi sevmediği için samimiyetini hiçbir şeye vermez ama bir kadını tanıdıktan sonra beklenmedik bir kaderin kapısını açtı.(Alıntıdır)
~~
Ah ah sen nasıl aşkım bir diziydin öylee... İlk birkaç bölüm biraz sıkıyor yalan yok ama sonrasında içinize işleyen bir aşk, fedakarlık, dostluk görüyorsunuz. Tabii savaşın acımasız yüzünü de...
Herkese tavsiye ediyorum. Vaktiniz varsa ve alt yazılı dizi/film izlemeyi seviyorsanız mutlaka izleyin.
Madem tarihi başladık ikinci dizimiz de tarihi olsun. Moon Lovers (Scarlet Heart: Ryeo)
Tanıtım:
Hikaye Goryeo rejiminin erken dönemlerinde geçmektedir. Modern çağda yaşayan 25 yaşındaki Hae Soo tam güneş tutulması yaşandığı sırada zamanda geri gitmek suretiyle kendini Goryeo devrinde bulur ve Wang Hanesi'nin prensleri arasındaki çatışmalar ve mücadeleler arasında kapana kısılır. Orada diğer insanların korkudan titremesine sebep olan Wang So'ye aşık olacaktır. (Alıntıdır)
~~
Özellikle Kralların ve veliaht prenslerin/prenslerin, prenseslerin, Kraliçelerin psikolojik durumlarını gerçekten çok güzel bir şekilde ortaya koymuşlar. O dönem yaşananlar, insanların çektiği eziyetler, siyasi kurnazlıklar falan çok fena.
Ama acımasız kurt denen Wang So'nun aşkı; 💔 İşte o çok başka... Ah beee ahh ahh! Asla böyle bir sonu haketmemişlerdi bence. Açıkçası izlerken içim acıdı. İnternette gezen rivayetlere göre dizinin son sahnesinde Wang So de gelecekte kız ağlarken gelip onun omuzuna dokunuyormuş ama o sahne nedense kaldırılmış. Keşke kaldırılmasaymış. Böyle üzüldük daha mı iyi oldu yani senarist bey??? Neysee belki ikinci sezon gelir diye yıllardır bir ümit bekliyoruz işte :)
Tarihi K-drama seviyorsanız mutlaka izleyin izletin.
Posted by MyReaL on Nisan 28, 2025 with 9 comments
Selamlar Sevgili Blog Dostlarım!
Uzun uzun uzunn zamandır yokum gene biliyorum. Arada yorumlarda nasıl olduğunu soranlar, mail atanlar oldular, çok mutlu oldum. Unutulmamak güzel! :)
Bildiğiniz üzere -hatırlamayabilirsiniz tabiiiii- çalıştığım yerde mutsuzdum ve iş değiştirmeyi düşünüyordum. Neyse efenim 09-09 tarihinde yeni işime başladım, alışma süreci o bu derken buralara bakamadım.
Yılbaşına bir iki gün kala çok kıymetli biricik dedemi kaybettim. Ananem kalp krizi geçirdi, Canım babam küçük bir ameliyat oldu derken 2024 sonu ve 2025 başı gerçekten çok stresli, yıpratıcı ve zordu...
Şubat ayından sonra da hopp çalışmaya başladığım firma ofisi taşıdı, eşimin kardeşi evlendi. Kız isteme, düğün hazırlığı, onlar bunlar derken ciddi ciddi yorulmalı süreçlerden geçtik ama bitti gitti çok şükür. (-dediğime bakmayın şimdi de deprem yüzünden ev arıyoruz, taşınmamız lazım. off baba offf...)
~~
Neyse güzel şeylerden bahsedelim: Oğluşum biriciğim kıymetlim ömrümm geçen ay 4 yaşına girdi.
Laf aramızda annesi de bugün 34 oldu. Eh o zaman iyi ki doğduk !! İyi ki varız! Hep birlikte ve mutlu olalımmmm…🥰
Birkaç foto da paylaşayım:
Biscolata erkeğinden herkese kalpler 😍
Canım oğlum sonunda karla tanıştı bu sene :)
4 yaş fotoğraf çekiminden kareler
Dipçe: Hayat zor hem de çok zor. Depremler, siyasi olaylar, ekonomik sıkıntılar, kötü insanlar, savaşlar, ölümler onlar bunlarrr say say bitmiyor ne yazık ki ama ne yapalım sürekli depresyonda mı takılalım? Nooo!! Umut edelim, gülümseyelim, sevelim, sevilelim ve elinizden geleni yapmaya devam edelim! İnşallah günün birinde her çok güzel olacak!
Posted by MyReaL on Ekim 08, 2024 with 21 comments
Selamlar Sevgili Blog Dostlarım!
Ah
Ah
Ah!
Ah ki ne ah! Günlerdir nasıl bir kabusun ortasındayız bilmiyorum. Yazıp yazıp siliyorum. Okuyup okuyup düşünüyorum kafamın içinde binbir türlü senaryolar dönüyor. Ah o körpecik yavrularım, o birbirinden güzel ana kuzularına nasıl kıydılar bu felaket ne zaman son bulacak diye düşünüp durmaktan artık kafayı yiyorum.
Bu kadar da olmaz dediğimiz her şeyi acı acı yaşıyoruz... Kendi evladını öldüren mi dersin, el kadar bebelere tecavüz edenler mi dersin, güpe gündüz ayan beyan gencecik kızlarımızın kafalarını kesip ortalığa atanlar mı dersin... Gerçekten kabus bir dönemde yaşıyoruz. Artık daha kötüsü olmasın dedikçe daha da kötüsü oluyor. Kendileri de X'de falan açıkça yapamaz dediğiniz her şeyi yaptık daha neyi yapamayacağımızı düşünüyorsunuz diye meydan okuyorlar!
Yasalarımız, adalet sistemimiz, savcılarımız, hükümetimiz evlatlarımızı koruyamıyor. Bizleri koruyamıyorum. Kimse kusura bakmasın tek gerçek bu!
Berbat bir ekonomimiz var. Rezil bir haldeyiz yahu. Cennet vatanımız cehenneme dönüyor her geçen gün. Anneler babalar geçim derdinden çocuklarının karnını doyurmanın derdinden ruhlarını unutur oldu. Aman onunla konuşurum da benden borç ister korkusuyla insanlar akrabaları ile görüşmez oldu. Çocuğuma kızarsam evden kaçar, uyuşturucuya bakar korkusundan ağzını açamaz oldu. Çocuklarımız, gençlerimiz ve hatta bebeklerimiz ya telefon ya da bilgisayar karşısında yaşam süren bir kaktüse döndüler.
Eskiden bir aile görgüsü, disiplini olurdu, büyüklerimizin söyledikleri kafamıza yatmasa da saygısızlık etmez gönlü kırılmasın diye öyledir tabi der gene kendi bildiğimizi okurduk elbet ama ortayı da bulurduk. Öğretmenlerimizi hem çok sever hem de saygı duyar söylediklerini önemserdik. Sadece 2+2=4 ya da "Ali ata bak" değildi öğrendiklerimiz.
Şu anda içi boş, berbat bir eğitim sistemimiz var. Eğitim çökerse ülke çöker dostlar. Bu çocuklar doğruyu bilmezse yanlışın da yanlış olduğunu idrak edemezler.
Ne yapacağız bu durumu nasıl düzelteceğiz. Bilmiyorum! Ve lanet olsun ki bu bilmemezlik beni deli ediyor, çaresiz, güçsüz, zavallı hissediyorum.
El kadar çocuğumla her gün İstanbul trafiğindeyim aman ona yol vereyim aman şu beni sollarsa sollasın gitsin, yeter ki bana bulaşmasın, takmasın, kornaya basmasın. Bir de silahı varsa ya çocuğum zarar görürse ya evladımın önünde bana bir şey yaparsa. Resmen tüm gün bu düşüncelerle yaşıyoruz. Bu nasıl psikolojik bir zorbalıktır? Allah aşkına biz kadınlar bu iğrençliklerle savaşırken nasıl sağlıklı kalacağız? Evlatlarımızı nasıl koruyacağız? En önemlisi nasıl sevip güveneceğiz?..
Gerçekten artık dualar da yoruyor, yazmak da konuşmak da... Artık değişsin bu korkunç düzen. Lütfen!
Posted by MyReaL on Eylül 25, 2024 with 11 comments
Selamlar Sevgili Blog Dostlarım!
Bugün sizlere biraz hüzünlü bir kitap ile geldim.
Öncelikle Tanıtım Bülteni :
Kâğıttan Bin Turna Kuşu
“Dünyanın her yerindeki tüm çocukların ve yetişkinlerin okuması gereken bir kitap.”
Hiroşima’ya atom bombası atıldığında henüz iki yaşında olan Sadako Sasaki, yara bile almadan kurtulmuştu!
Ancak on yıl sonra… Etkisi altında kaldığı radyasyonun yarattığı lösemi hastalığı sonucunda hayata gözlerini yumdu.
Sadako asla vazgeçmedi ve uzun, zorlu geçen aylar boyunca yaşama tutunmak için savaştı. Kâğıttan bin turna kuşu katlamayı başarırsa, dileğinin kabul olacağına ve iyileşeceğine inanıyordu.
Onun kâğıttan bin turna kuşu katlama kararlılığı ve hastalığına karşı verdiği cesur mücadele, sınıf arkadaşlarına ilham oldu. Ölümünden sonra, atom bombasının kurbanı olan Sadako’yu ve diğer çocukları hatırlamak adına Çocuk Barış Anıtı’nı inşa edebilmek için ulusal bir kampanya başlattılar. Elinde büyük bir turna kuşu tutan ve gökyüzüne bakan Sadako figürü olarak inşa edilen bu anıt, dünyanın dört bir yanından gelen ziyaretçiler tarafından rengârenk kâğıtlardan yapılan binlerce turna kuşuyla süslenmiştir ve barışın sembolü haline gelmiştir!
“Sadako’nun kalpleri acıtan hikâyesini okumak, kesinlikle yaşanması gereken bir deneyim. Yazarın, Sadako’nun ailesiyle birebir olarak iletişime geçerek hazırladığı bu kitap, küçük bir kızın kendinden sonraki nesillere, cesaretiyle ve kararlılığıyla ilham olabileceğini gösteriyor!”
Cesaretin ve umudun gerçek yaşam öyküsü...
Yazar: Takayuki Ishii Sayfa Sayısı: 208 Baskı Yılı: 2021 Yayınevi: Yakamoz Kitap / Sonsuz Kitap
Benim Yorumum :
Öncelikle kitap kısa olmasına karşın gerçekten çok bilgi dolu ve akıcı bir dille yazılmış. Fırsatınız olursa bence mutlaka okumalısınız.
Ne yazık ki anlatılan her şeyin gerçek olduğunu bilmek okuduğunuz her satırla içinizi acıtıyor... İnsanoğlu nasıl bu kadar vahşi ve iğrenç olabilir diye düşünüp durdum açıkçası... Ve Japonlar gerçekten de ne kadar bağışlayıcı bir milletmiş. Böyle korkunç bir olay bizim başımıza gelmiş olsa tüm dünyayı suçlayıp intikam almak için başta ABD olmak üzere her şeyi alt üst etmek yaşattıklarını yaşatmak istemez miydik? Ne de olsa intikam almak yaradılışımızda var dimi?
Bir yandan savaşlar, acılar, yıkımlar keşke hiç olmasa diyoruz ama ne yazık ki insanoğlu gözü doymayan, korkunç bir varlık aynı zamanda. İyi de biziz kötü de... Umut ediyorum ki iyilerin çoğaldığı ve kazandığı bir gelecek vardır önümüzde. Çocukların ölmediği, huzurla, mutlulukla yaşadığı bir gelecek...
Sevgili Atatürk'ün dediği gibi "Yurtta sulh cihanda sulh!"
Puanım: 5
Yeniden görüşünceye dek kendinize çok ama çok iyi bakın.
Posted by MyReaL on Eylül 20, 2024 with 16 comments
Selamlar Sevgili Blog dostlarım!
Bir sürü bir sürü bir sürü bir şeyler oldu ve bu kız gene bir türlü yazamadı! -kendine kızma emojisi- Derkeennn bu sabah dedim yeterin artık! Ve küçücük de olsa bir kesit yazdım. İşte geldim buradayım, ben bu işte mutluyum! :) -ustayım biraz abartı olurdu bu halini kabul edin- :)
Derya ablanın güzellik salonunda geçirdiğimiz üç koca saatin ardından kahkahalarla biniyoruz arabaya ve kafeye doğru hızla yol alıyoruz. Gerçekten bu kuaförlerin kadınlar üzerinde çok farklı bir etkisi var. Kabul edin siz de bizim gibisiniz! Fönün saçınızda bıraktığı o koku, o hoşluk, gözlerinize çekilen multazam eye liner, kirpiklerinizi daha da belirginleştiren rimeller, can alıcı bakışlar sunmanızı sağlayacak tüm o küçük dokunuşlar... Bu kuaför ziyaretleri terapi değil de ne?
"Makyajın harika oldu, Es! Seninle göz göze gelenin kalbini delip geçeceksin kızım!" diye diye beni daha da gaza getirmeye çalışan Aysu'ya çaktırmamaya çalışsam da tabi ki de beni benden daha iyi tanıyan canım dostum tüm bunları yemiyor. Ne kadar gergin olduğumu benden daha iyi biliyor.
"Kalbini bilmem ama kafasını delmek hiç de fena olmazdı!" diyorum.
"Hadi ama Es gerçekten niye taktın bu adama bu kadar? Hiç senlik bir şey değil çok şaşırtıyorsun beni..."
"Bilmiyorum ben de anlamıyorum ve anlayıp çözemediğim için daha da hırslanıp sinirleniyorum. Onda bir şey var beni kendine çeken. Tanıdık, bildik bir şey... Reenkarnasyon gibi sanki. Ruhum sanki onu bir yerden tanıyor... Belki de önceki hayatlarımızda birer azılı düşmandık."
"Ya da aşık?"
"Ah tabi o da ihtimal dahilinde bilemiyorum..."
"İyice kafayı yedin kızım sen! Hadi in arabadan da gidip çözelim şu seni kendine çeken garip gizemi," deyip kahkaha atıyor.
"Geç sen dalganı geç. Elbet sıra bana da gelecektir," dedikten sonra kapıyı açıp iniyorum ve hızlı çarpıp kapatıyorum.
"Ya ama Es ya! Biliyorsun bu konuda ne kadar hassas olduğumu böyle intikam mı alınır kızım!" diye içi yana yana söylenen arkadaşıma, "Ah pardon tam olarak bilerek oldu," dedikten sonra bir de dil çıkarıp kafeye doğru hızla yürüyorum. Şansıma dünkü masa gene boş! Hemen oraya oturuyorum. Yanıma gelen Işıl'dan bir kadeh şarap ve geçen sefer öve öve bitiremediği pizzadan istiyorum. Biricik arabasıyla vedalaşmayı başaran Aysu'cum nihayet kafeye teşrif ediyorlar ama tabi gene tam girişte tamamen tesadüfen mavişle karşılaşıyorlar. Zavallı mavişcim keşke birazcık şansın olacağını bilsem de senin için bir şey yapabilsem, diye içimden geçirirken sen önce kendine yardım et diyorum. Yani kendi kendime de tartışıp laf sokmazsam hatırım kalır!
Aysu, elinde pizzayla gelen Işıl'ı görünce koşmayı bırak resmen uçarak geliyor masaya. "Of! nasıl da güzel kokuyor Allahım içim eriyor resmen," diyerek daha oturmadan pizzadan bir dilim alıp kocaman da ısırıyor. Bu kızın pizza aşkıyla başım dertte, demiş miydim? Demediysem de artık dedim.
"Yavaş Aysu'cum yavaş, otur şuraya doğru düzgün ye," diyorum ama kime diyorum ki? "Sana ne kızım sen git kendine başka bir şey söyle," diyor bir de sanki siparişi kendi vermiş gibi!
"Pardon?"
"Ne pardon? Açlıktan ölüyorum remen. Küçücük pizza hangimize yetsin, bir tane daha söyle nolmuş yani?"
"Ah Aysu ah. Şu anda gerçekten tek derdimiz bu mu?"
"Ne olsundu?"
"Afiyet olsun bebeğim afiyet olsun. Ye sen pizzanı," dedikten sonra Işıl'ı aramak için etrafıma bakınırken onunla gözgöze geliyorum, bir anda. Hay Lanet! Ya niye hep hazırlıksız olduğum anlarda yakalanıyorum ben bu adama! Onun sahnesine daha bir saatten fazla zaman yok mu? Ne diye bu kadar erken gelmiş ki? Kafasını hafifçe sağ tarafa eğerek bana küçük bir selam veriyor ama ona karşılık vermiyorum çünkü ne malum benim için yaptığı? Dün de şarkıyı benim için seçtiğini düşünüp mors olmamış mıydım? Gözlerimi kaçırıp şarabımdan bir yudum alıyorum. Kafamı o tarafa çevirip onunla birkez daha göz göze gelmemek için verdiğim savaşta elbette yeniliyor ve tekrar hafifçe sağ tarafıma dönüyorum ama karşılaştığım tek şey soğuk bir boşluk oluyor...
Canım sıkkın bir şekilde şarabımdan bir yudum daha alırken sesi doluyor kulaklarıma bu defa çok farklı bir tarz ve tonda... Yılların eskitemediği bir şarkıyı söylüyor...
(şarkıyı geçenlerde Momentos'un blogunda görünce mutlaka kullanmalıyım diye içimden geçirmiştim ve oldu bence :) )
Now, Martha, please recall
Meet me out for coffee
Where we'll talk about it all ... And those were the days of roses, poetry and prose
And, Martha, all I had was you, and all you had was me
There was no tomorrows, we'd packed away our sorrows
And we saved them for a rainy day
And I remember quiet evenings
Trembling close to you
Allah'ım sen benim aklıma mukayyet ol. Bu adam bu ses tonuyla böyle şarkılar söylerken ben nasıl mantıklı davranabilirim ki? Bu mümkün mü yani?
~~ Geldik bir bölümün daha sonuna :) Evet, biliyorum çok kısa oldu, aslında bir kesit daha var ama onla bunu birleştirmem için araya bir şeyler daha yazmam gerekiyordu ki o da mümkün olmadı o yüzden böyle minnakcık bir bölümle geldim. Diğer kısım için İnşallah haftaya diyelim mi? :)
Yorumlarınız benim için çok değerli. Umarım severek okumuşsunuzdur.
Yazım yanlışları ya da önceki bölümlerle kopukluklar var ise affola... -Üstünden o kadar zaman geçti ki önceki bölümleri unuttum, yalan yok :)-
Posted by MyReaL on Eylül 11, 2024 with 10 comments
Selamlar Sevgili Blog Dostlarım!
Başlıktan da anlayacağınız üzere İstanbul'da harikalı marikalı bir buluşma gerçekleşti! En son 2015 yılında Kahve Bahane diyerek buluşmuştuk blogtan dostlarla. İşte taa o zamanlardan -hatta daha da öncesinden- başlayıp hala devam eden dostlukların yanına yenileri de eklendi bu haftasonu :)
Sevgili Sadece C. İzmir'deki buluşmayı paylaşınca ay keşke İstanbul'da da olsa ne kadar özlemişim diye içimden geçirmekle kalmadım, yorumlara da yazdım. Belli ki benimle aynı dilekte olanlar çokmuş ki geçtiğimiz hafta süper bir buluşma gerçekleştirdik. <3
Birbirinden değerli, hoş, zarif hanımlarla tanıştım. Herkesin enerjisi ve heyecanı, masaya ilk yaklaşırkenki o gel giti falan çok iyiydi :)
Benim için gerçekten çok özel ve güzel bir gün oldu. Hani imkanım olsa saatlerce oturup sohbete devam edebilirimdi ama bildiğiniz üzere 3,5 yaşında bir oğlum var ve o gün de evdeydi. Yavaş yavaş beni özlediğini söylemeye başladığını duyunca anne yüreği dayanır mı hiç? Dayanamaz tabi. :) 15-15.30 gibi kalkmak durumunda kaldım. Sevgili Dilek de benimle birlikte kalktı. Sonra da diğer dostlar yavaş yavaş dağılmışlar anladığımda kadarıyla ama tabi koyu sohbete devam edenler de olmuş birkaç saat daha...
Sadece C. katılan tüm arkadaşların blog linklerini de ekleyerek çok güzel bir yazı yazmış. Onu da buraya bırakıyorum.
Posted by MyReaL on Eylül 03, 2024 with 20 comments
Selamlar Sevgili Blog Dostlarım!
Blogları Canlandırma Projesi etkinliğimizin Ağustos temaları yapay zeka hayvan hakları eğitim romantizm hukuk tıp webtoon idi.
Ben de sizlerle K-Drama önereceğim :)
LOVE ALARM
Tanıtım :
2019 | Yetişkinlik Düzeyi:18+ | 2 Sezon | Romantizm
Yakınlardaki biri ondan hoşlandığında kişiye haber veren bir uygulamanın olduğu bir dünyada Kim Jojo, kişisel sorunlarıyla başa çıkarken genç yaşta aşkı tadar.
Başroldekiler:Kim So-hyun, Jung Ga-ram, Song Kang
Yaratıcılar:Kim Jin-woo, Lee Na-jeong, Workshop R, Lee Ayoun, Seo Bora // Netflix'ten alıntıdır.
Benim Yorumum : Böyle bir uygulama olsa kullanır mıydım diye çok sordum kendime ve en sonunda cevabım hayır, oldu! :) Ay çok korkunç bir şey yani benim duygularımı neden herkes bilsin ki? :)
Genel olarak izlemesi keyifli bir gençlik dizisi o yüzden tavsiye ederim. Ama saçma yerleri vardı da tabii - spoiler vermek istemiyorum da veriyorum işte- farklı bir son yazmak diğer adama kazandırmak için zorlama yapılmış gibi hissettim. Her ikisi de severken ve hakkederken diğer adamı harcamaları bence doğru değildi.
Bu arada ben uygulamayı yazanı doğru tahmin edebildim *-* -akıllı ben hehe-
Love in the Moonlight
Tanıtım :
2016 | Yetişkinlik Düzeyi:18+ | 1 Sezon | Romantizm
Tüm hayatını erkek olarak geçiren genç bir Joseon kadını, kraliyet sarayında harem ağası olur. Burada, veliaht prens ile aralarında bir bağ oluşmaya başlar.
Başroldekiler:Park Bo-gum, Kim You-jung, Jinyoung
Yaratıcılar:Kim Sung-youn, Baek Sang-hoon, Kim Min-jeong, Im Ye-jin // Netflix'ten alıntıdır.
Benim Yorumum :
İnanılmaz keyifli, çok güzel bir diziydi. Gerçekten herkese tavsiye ederim.
Bir kadın nasıl harem ağası olabilir, hep mi şansı yaver gider, yok artık bu kadar da olmaz deyip kahkahalar atacağız çok fazla sahne olacak. İzleyin eğlenin. *-*
Ağustos ayı temalarını yazan olursa haber etsin ben de onların yazılarını okuyayım :)
Şarkının sonunda bay kendini beğenmiş küstah hiçbir şey yaşanmamışçasına arkasını dönüp kulise gitti. Gerçekten mi? Her şeyi ben mi kafamda kuruyordum yani? Ozan’ın bana Es dediğini duyduğu için seçmemiş miydi o şarkıyı ?
Evet Es zaten dünya da senin etrafında dönüyordu !
Birbirine girmiş duygu ve düşüncelerimin arasında boğulurken canım Aysu’m yetişiyor yine imdadıma. Hızlıca hesabı ödeyip beni de önene katarak hızla çıkıyor mekandan. Her ne kadar taksiyle gitmek için ısrar etsem de beni asla dinlemiyor ve birlikte evime geçiyoruz. Gördüğüm ilk yere kıvrılıp uyumak istesem de bunu da yapmama izin vermiyor ve hemen banyoya sürükleniyorum. Aysu suyu tam da sevdiğim sıcaklığa ayarlayıp banyodan çıkıyor. Bir süre ılık suyun bedenimden aşağıya akıp gidişini izliyorum. Ne zaman sonra fark ediyorum görüşümün bulanıklaştığını ve gözlerimden süzülen yaşları. Neye, niye ağlıyorum ki? Koca kadın saçma sapan bir şarkıyla hayallere kapılır mıydı? Hem ben ne zaman bu kadar zayıf bir kadın olmuştum?
Banyonun kapısı ısrarla vurulunca suyu kapatıp kenarda duran bornozumu üstüme geçirip çıkıyorum duştan. Aysu hemen içeri girip saçlarımı büyük bir özenle kurutup tarıyor ve düz örgü şeklinde örerek pizzalı tokalarımızdan birini takıyor. Normal zamanda olsa bu tokalar üzerinden bir sürü saçma espriler yapardık ama yapamıyoruz işte...
Kendimi o kadar yorgun hissediyorum ki banyodan çıkınca Aysu'nun hiçbir şey söylemesine fırsat vermeden yatak odama yöneliyorum. Yatağımın vereceği huzur ve mahremiyete gerçekten çok ihtiyacım var. Birkaç dakika sonra kapım çalınıyor. Aysu, ellerinde koca bardak bir su ve hapla geliyor. Hapı yutabilmek için suyun yarısını içiyorum. Oldum olası hap yutmaktan nefret etmişimdir.
Soğuk kış günlerinde içimi ısıtması için çok severek aldığım üzerinde mor çiçeklerin, birbirine dolanan dalların olduğu pikemi üzerime çekip gözlerimi kapatıyorum. Aysu da sessizce yanıma uzatıp bana sarılıyor. Bir anne şefkatine sahip kocaman yüreğiyle öylesine güzel sarıp sarmalıyor ki içimdeki kırgın kız çocuğunu. Kendimi bir kez daha çok şanslı hissediyorum. O bu hayatta bana verilmiş olan en kıymetli armağan. İçimden mi söylüyorum yoksa yüreğimden geçen bu sözler dilimden de dökülüyor mu emin değilim ama "Lütfen hep ol Aysu'm!" diyorum. Ve kendimi uykunun kollarına teslim ediyorum. Uyumak, insanoğluna verilen en büyük nimetlerden biri olsa gerek. İçinde bulunduğunuz andan, duygudan, kişilerden kaçmanın en etkili ve tehlikesiz yolu. Uyuyup uyanınca sanki her şey daha kolay geliyor insana, içimdeki o yoğun duygu her neyse normal düzeye geri dönüyor, imkansız görünen mümkün olabiliyor...
~~
Ertesi sabah ışıl ışıl bir güne uyanıyorum. Yatağımın üzerine süzülen nazlı kış güneşi. Mutfaktan gelen tıkırtılar, Aysu'mun gene kendince ruhunu beslediği, kötü enerjileri defeden fon müzikleri, burnuma gelen poğaça ve sucuklu yumurta kokuları. Bundan daha tatlı bir sabah olabilir mi?
Yatağımdan çıkıp üzerimdeki bornozdan sıyrılıyorum. Canım Aysu'mun özel seçimi olan bembeyaz gardırobumun pijama bölümünden enerjisini en çok sevdiğim mor, kendinden çizgili uzun saten pijama takımımı alıp yatağımın üzerine koyuyorum. Bilmem kaç yüz bin milyon göz olan canım gardırobumun iç çamaşır bölümünden de yine mor bir takım alıyorum. Dünkü siyahlar kraliçesinden sonra bugünkü Es enteresan bir şekilde fazla renkli sanki... Neyse! Üstümü hızlıca giyip banyoya gidiyorum. Aysu'nun dün büyük bir özenle ördüğü saçlarımı açıp ince bir lastik tokayla ensemden topluyorum. Yüzümü yıkayıp dişlerimi de fırçaladıktan sonra mutfağa geçiyorum.
Müziğe kapılmış ve büyük özenle dilimlediği salatalıkları tabağa yerleştiren canım arkadaşıma sessizce yaklaşıp ensesinden öpüyorum. Ben kahkahalar atarken o çığlığı basıyor tabi!
"Ya Es yaaaa korkacağımı bile bile her seferinde niye aynı şeyi yapıyorsun ama ya!" diyor.
"Ama napim engel olamıyorum kendime, çok tatlısın," deyip sımsıkı sarılıyorum.
"Hadi hadi bırak şimdi yumuş yumuş olmayı oturalım artık çok açım ben," diyen sevgili dostuma "Hele ben hele ben geberiyorum açlıktan!" diye karşılık verdikten sonra hemen yerime oturuyorum.
Kötü enerjileri uzaklaştıran müziklerimizin -evet Aysu tam olarak öyle olduğunu söylüyor- eşliğinde sessizce kahvaltımızı yapıyoruz. Masayı toplayıp bulaşıkları makineye yerleştirirken "Eee napıyoruz bugün," diyen Aysu'ya hiç düşünmeden "Kafeye gitmek için hazırlanıyoruz," diyorum.
"Saçmalama Es!"
"Hayır saçmalamıyorum. Bu duruma bir son vermem lazım. Burada oturup sürekli sürekli ve sürekli aynı şeyleri düşünüp kafayı yiyemem. Oraya gideceğim bu kendini beğenmişte ne var da bu kadar etkileniyorum anlayacağım. Gerekiyorsa karşıma alıp konuşacağım," diyorum.
"Emin misin Es? Ya üzülmene sebep olacak bir şey söylerse?"
"O zaman üzülmem gerekiyormuş diyeceğim ve bir süre üzüleceğim Aysu. N'apim böyle kendi kendime depresif ergenler gibi mi takılayım? Kaç yaşında kadınım ben kendimi tanıyamaz oldum ya adını bile bilmediğim bir sap yüzünden uykularım kaçıyor, n'aptığımı bilmiyorum. Buna bir son vermek zorundayım."
Aysu pes ettiğini belli eder şekilde omuzlarını silkip "Peki tamam zaten sen bir karar aldıysan vazgeçmen imkansız. Hadi o zaman Derya ablaya gidiyoruz!"
"Ya hayır ya ben evimde kalkıp pineklemek istiyorum."
"Üzgünüm bebeğim bu konuda da sen beni dinlemek zorundasın. Hadi bakalım kaldır o güzel poponu düş peşime," diyor.
"A a pis sapık," derken ellerimle popomu kapatıp gülerek odama koşuyorum.
Dizlerimin üzerine dökülen kısa kollu, mor elbisemi -bugün morların kadını olmakta kararlıyım anlaşılan-, ince siyah külotlu çorabımı ve siyah deri ceketimi çıkarıp yatağımın üzerine koyuyorum. Pijamalarımı üzerimden sıyırıp yastığımın üzerine bırakıyorum. -Of Aysu ya ne güzel akşama kadar pijamalarımla takılacaktım ben.- Yatağımın ayak ucunda duran pufun üzerine oturup çorabımı giymeye çalışırken yine ecel terleri döküyorum? İtiraf edin hadi şu ince çorapları giyerken bir yerine tırnağınız falan takılacak da kaçacak diye sizin de aklınız çıkıyor dimi? Bu konuda yalnız olamam yani...
"Es! Hadi ağaç oldum burada," diye bağıran Aysu'mun yanına koşarak gidiyorum. Bu kız nasıl bu kadar pratik olabiliyor ya? "Geldim geldim yahu bu ne hız," diyerek koluna giriyorum. Fakirhanemin kapısında duran sevgili Tesla'ya atlıyoruz ve on dakika içinde Derya ablanın salonuna varmış oluyoruz.
Hadi bakalım savaş boyaları sürülsün!
~~
Herkes mutlu son istiyor bakalım bu kız ne yapacak? :)
Yorumlarınız benim için çok değerli, lütfen mutlaka görüşlerinizi belirtin. ^^
Posted by MyReaL on Ağustos 16, 2024 with 12 comments
Selamlar Blog Dostlarım!
Yapılan yorumları gördükçe yazma hevesim daha da artıyor ve gerçekten çok mutlu oluyorum.
Ben normalde ilahi bakış açısıyla ve biraz daha ağdalı bir dille yazmaya alıştığım için bu tarz aslında hem zorluyor hem de heyecanlandırıyor. O yüzden yapılan yorumlar çok önemli çünkü gerçekten çok mu sade yazıyorum, çok mu abartıyorum yoksa her şey dozunda mı yorumlarınıza bakarak anlıyorum.
Elimde kaçıncı olduğunu bilmediğim bira şişemle birlikte bir anda sahneye atlıyorum. Bay Gizemli yeni bir şarkıya giriş için kendisine eşlik eden baterist arkadaşına bir şeyler söylerken kafamı aralarına uzatıyorum. "Heyyo," diyorum suratımda aptal bir gülümseme olduğuna yemin edebilirim! Baterist Ozan beni hemen tanıyor, "Es?" diyor bana anlamaz gözlerle bakarak. Haklı çünkü ben de ne yaptığıma anlam veremiyorum. İçimdeki aklı başında Es, beni uyarıyor ama onu dinleyemiyorum. Bir daha böyle içersem iki olsun!
"Ozan ya ben de bir şarkı söyleyeceğim ama ya," diyorum hem de o a'yı uzata uzata. Hay Lanet!
Ozan mahcup gözlerle henüz adını dahi öğrenemediğim solist beye bakıyor. Evet, yanlış duymadın adını bile bilmiyorum, çünkü daha birkaç hafta öncesine kadar buranın solistliğini çok tatlı birkaç kız yapıyordu. Hayır zaten neden bunu getirip de başıma bela ettiler ki. Off!
Bay Gizemli umursamaz bir tonla "Bana uyar," gibi bir şeyler gevelerken bir cesaret kafamı ona doğru çeviriyorum ama o çoktan arkasını dönmüş, kendisi için ayarlanan sandalyesine oturuyor. Hah! Ukala dümbeleği. Ben senin aklını alayım da gör bakalım! Ozan'la son kes şarkı hakkında konuşup şişenin dibinde kalan biramı da kafaya diktikten sonra-Allah'ım nerede o aklı başında, kibar Es!- kenarda duran elektro gitarı da alarak sahnenin en önüne -bay kendini beğenmişin tam önüne- geçiyorum. Aysu'nun maviş, ayaklı mikrofonu getirip önüme koyuyor. Elektro gitarın bağlantısını da yapıyor. Sanırım her ne kadar alkolün etkisinde çılgınca bir karar almış olsam da içimde hala mantıklı olan o derinde saklı yerdeki endişe yüzümden okunuyor ve maviş bile halime acıyor. Tatlı mavişimize gözlerimle teşekkür ediyorum.
Gözlerimi yumup derin bir nefes alıyorum. 1-2-3 ... Hadi kızım hadi başarabilirsin, göster kendini! Ez geç! Parmaklarım yavaş yavaş tellerin üzerinde kaymaya başlıyor. Hemen ardından ilk sözler dökülüyor dilimden. Sesimin titrediğini kendim bile duyabiliyorum, hadi Es!..
Bu şarkı bir haykırış, bir öpücük, sıcak bir kış
Bir demet gül, bir dokunuş
Bu şarkı bir yalvarış, bitmesin sürsün bu düş
Sen de düşün, sen de konuş
Nereye gider bu aşk?
Nereye? Dur gitme!
Nereye gider bu aşk?
Nereye? Dur gitme!
Bırak kadının olayım
Bırak kadının olayım
Ve ikinci tekrarda benle birlikte tüm kafe ayakta şarkıyı söylüyor. Tanrım! Bu harika bir his. Kendimi ünlü rock yıldızları gibi hissediyorum resmen. Ayık kafayla böyle bir şey yapmam mümkün olabilir miydi? Asla! Ve son kez, avazımız çıktığınca hep birlikte söylüyoruz; Nereye gider bu aşk? Nereye? Dur gitme!
Ve daha naif, daha kadınsı bir tonla ; Bırak kadının olayım, Bırak kadının olayım ...
~~
"Herkese teşekkürler!" diyerek gitarın kablolarını bile çıkarmadan sahnenin kenarına bırakıp adeta koşar adım kendi masama geçiyorum. Heyecandan ellerim, bacaklarım hatta içim titriyor farkındayım. -Islıklar alkışlar!- Yüzümdeyse engel olamadığım bir tebessüm var. Aferin sana kızım işte bu, başardın!
Aysu, fal taşı gibi açılmış gözlerle bana bakıyor. "Sana inanamıyorum Es!!! Biraz önce şahit olduğum şey gerçek miydi? Ben rüya falan görmüyorum dimi? Cimciklesene beni, hadi, çabuk cimciklesene!" diye neredeyse çığlık çığlığa nefes almadan konuşuyor.
"Abartma Aysu, otursana şuraya," deyip çekiştiriyorum ama o tabi ki de beni zerre takmıyor.
"Abartma mı? Abartma mı? Kızım, sen biz baş başayken bile ben onca dil döküp yalvar yakar dilenci olduktan sonra bir iki şey söylersin ama şimdi kendi kendine kendi ayaklarınla sahneye çıktın! Sahneye!" diye sesinin desibelini iyice yükselterek konuşmaya devam eden arkadaşımı bu defa pek de kibar olmayan bir şekilde çekiştirerek yerine oturtup ağzını kapatıyorum.
"Sussana kızım ne bağırıyorsun?" dedikten sonra ben de sandalyemi sahneye çaktırmadan yandan yandan bakabilecek şekilde düzelterek oturuyorum. Aslında bay kendini beğenmişin -evet sürekli yeni lakaplar türetiyorum- yüzüne, doğrudan gözlerinin içine bakmak, verdiği/vereceği tepkiyi görmek için ölüyorum ama cesaret de edemiyorum işte.
Işıl heyecanla yanıma gelip "Aysu hanım harikaydınız! N'olur bana bir imza verin, hatta durun bir dakika telefonumu alayım da bir selfie çekelim, ileride ünlü olursanız herkese hava atarım!" diyor.
Siparişleri yazdığı adisyona imzamı atmaya çalışırken "Işılcım lütfen telefonunu alırken bana bir bira daha getirebilir misin?" diyorum ve yüzümdeki aptal sırıtışa asla engel olamıyorum.
Aysu "Bu konu burada kapanmadı haberin olsun, ayrıca Işılcım sen küçük hanıma sert bir kahve getir zira bugün alkol sınırını yeterince aştı," diyor.
"Ah üzgünüm annecim ben kafeye arkadaşımla geldiğimi sanıyordum," deyip bir de dil çıkarıyorum. Allah'ım! Sabah bu anları hatırlarsam yerin dibine girmek isteyeceğim eminim.
Aysu sanki mümkünmüş gibi gözlerini daha da belerterek bir hışım yerinden kalkıyor. "Kalk çabuk küçük hanım eve gidiyoruz hadi. Boşver kahveyi falan hadi," diyor ama ona aldırış etmiyorum.
"Bana ne kalacağım ben, onu dinleyeceğim," diyerek sahneye dönüyorum. Sanki o da benim ona dönmemi bekliyormuş gibi tam o anda konuşmaya başlıyor. O ukala, kendini beğenmiş sesi sarıyor yine etrafımı : "Hanımefendiye sahnemize renk kattıkları için teşekkür ettikten sonra Mustafa Ceceli'den ES diyelim mi Ozan?" derken bana göz kırpıyor ve şarkıya tam ortasından başlıyor.
Es nereye istersen
Nerde çok sevdiysen, uğra bir geçersen
Maziyi savura savura es
Deli rüzgârlarla, kalbimi bir arada
Tutamam yaşayamam
Son nefesim ol içime es
Allah'ım sen benim aklıma mukayyet ol! Ben mi kafayı yiyorum yoksa bu adam kendince bana mesaj mı gönderiyor? Bu akşam burada yaşadıklarım gerçek değil dimi? Birazdan uyanacağım ve sürpriz hepsi bir rüyaymış olacak! değil mi? Hadi ama Es kaç yaşında kadınsın böyle ergen ergen rüyalar mı görüyorsun hala? Bence biri Aysu'yu değil beni bir cimciklesin.
Hayır, hayır ergen ergen rüyalar falan görmüyorum tam olarak öyle şeyler yaşıyorum! Kalbim yerinden çıkacakmış gibi atıyor, karnımda, midemde, içimdeki her yerde kelebekler uçuşuyor ve ben adeta bir sapık gibi gözlerimi dahi kırpmadan -kırpamadan- bay mükemmel sesi dinliyorum.
Es Ne zaman istersen, aynı yerdeyim ben
Es kaza sevmişsen, kalbimi kavura kavura es
Deli rüzgârlarla, yüreği bir arada
Tutamam yaşayamam
Son nefesim ol içime es!
~~
Hikayenin sonu nasıl bitsin sizce? :)
Umarım okurken keyif almışsınızdır. Yorumlarınız benim için çok değerli, lütfen mutlaka görüşlerinizi belirtin. ^^
İstanbul buluşmamız 7 Eylül Cumartesi saat 12.30 -18.30 arası Kadıköy İskele’deki Balon Cafe’de olacaktır. Ben vapurla Bursa’dan geleceğim için 12.30’da orada olacağım, isteyen istediği saatte gelsin diyoruz :)
Gece de yemekle sohbete devam etmek isteyenler elbette edebilirler, ben vapur saati nedeniyle 18’de ayrılmak zorundayım maalesef.. Sayı aşağı yukarı belli olduğunda rezervasyonu Ceren adına yaptıracağım, o nedenle gelecek olanlar lütfen bana ulaşsın sevgili dostlar! Ayyy çok heyecanlı!
Bence çok keyifli bir buluşma olacak!
💕🍀🧿
Burası Lacivert, Balon kafe değil :))
Yanlış anlaşılma olmasın :))
ESKİ POST:
Sıcağı sıcağına olmazsa olmuyor ;) Tamam ben bu işe baş koydum, İzmir’den aldığımız gazla bir de İstanbul buluşması yapalım mı sevgili dostlar?
Dönüş tarihlerim nedeniyle bana ancak 6-7-8 Eylül tarihlerinden biri uyacak; maalesef çok istediğim halde birkaç günönce tatile geçeceği için gelemeyecek dostlar (Örn. Ekmekçi Kız’ım) var, keşke onlar da olabilseydi ama olduramadık bu sene :,( Ama yine de deneyelim, şeytanın bacağını bir kıralım, gerisi gelsin diyorum..
Eveeet kimler geliyor bakalım? :)
Yorumlara lütfen hangi gün veya günlerin (6 cuma, 7 cts, 8 pazar) uyduğunu belirtin. Benim tercihim cumadan yana (mekanlar boş olur, ulaşım görece rahat olur diye) ama üç güne de okeyim.
Buluşma mekanı ve saat tercihini şehir dışından gelecekleri de düşünerek öğlen 12 civarı Kadıköy’de diye öneriyorum. 3-4 saatlik bir zaman dilimi bizi ağırlayacak mekan önerisi olmazsa Beltaş’ı ortaya atabilirim.
Posted by MyReaL on Ağustos 13, 2024 with 12 comments
Selamlar,
Bazen zorlamamak gerekiyor. Gitmek isteyeni göndermek...
Bugün dostum dediğim bir insanı "gerçek" anlamda kaybetmenin hüznünü yaşıyorum, kalbim acıyor, boğazım düğümleniyor ve ona son kez hoşçakal derken gözlerimden yaşlar süzülüyor... İstesem de engel olamıyorum ama yürekten inanıyorum ki bundan sonrası onun için de benim için de daha iyi olacak. Bazen bitmesi gerekiyor işte. Birbirini kırmadan güzel bir şekilde bitmesi gerekiyor ki güzel anılar olarak kalabilsin...
Yaşarken acısı büyük gelse de gün gelip hatırlanmayacak bile biliyorum. Ne acılar yaşadık, neler gelip geçti bu da geçecek elbette ama bu ilk zamanlar zor gelecek işte...
Posted by MyReaL on Ağustos 12, 2024 with 5 comments
Selamlar Sevgili Blog Dostlarım!
Öncelikle herkese çok ama çok güzel bir hafta dilerim. Umarım dileğimiz her şeyin gerçekleştiği efsane bir hafta yaşarız *-*
Bugün sizlere tatlı mı tatlı mini bir K-Drama ile geldim. Instagramda çok fazla alıntıya denk geliyordum, en son Oh Yoon Joo da blogunda o kadar güzel yorumlamıştı ki ben de başladım. :)
Öncelikle Tanıtım:
Miss Night and Day Konusu:
"Miss Night and Day", gündüzleri ve geceleri farklı iki hayat süren bir kadının hikayesini konu alıyor. 50 yaşındaki bir kadının vücudunda sıkışıp kalan genç bir kadın, ikili hayatının tadını çıkarmak için kendince bazı yöntemler bulur.
Miss Night and Day Oyuncuları:
Lee Jung Eun dizide, güneş doğduğunda stajyer olarak işe gidip gelen Lee Mi Jin'in 50 yaşındaki stajyer kişiliği Im Soon'u canlandırıyor. Olgun görünümüne rağmen sahip olduğu MZ zihniyeti ona "çok yönlü stajyer" unvanını kazandırır.
Jung Eun Ji dizide, gece olduktan sonra 20'li yaşlarında genç bir iş arayana dönüşen Im Soon'un orijinal kişiliği Lee Mi Jin rolünü üstleniyor. Çeşitli yarı zamanlı işler, kamu hizmeti sınavları ve sertifikalar aracılığıyla sekiz yılını iş bulmak için harcayan Lee Mi Jin, aniden bir gecede 30 yıl yaşlanır. Krizi fırsata dönüştürerek yeni görünümü ile iş arar.
Choi Jin Hyuk dizide, kendisini Im Soon ve Lee Mi Jin'e kapılmış halde bulan, narkotik soruşturma birimindeki savcı Gye Ji Woong rolünü üstleniyor. Çarpıcı görünümü ve mükemmel öz geçmişi sayesinde dikkat çekmektedir.
Diğer Oyuncular:
Baek Seo Hoo / Ko Won
Yoon Byung Hee / Ju Byeong Deok
Moon Ye Won / Tak Cheon Hui
Kim Kwang Shik / Cha Jae Seong
Kim Mi Ran / Woo Yeon
Choi Moo In / Seo Mal Tae
Kim Jae Rok / Geum Gwang Seok
Bae Hae Seon / Na Ok Hui
Choi Bum Ho / Ko Na Heun
Jung Jae Sung / Baek Cheol Gyu
Kim Ah Young / Do Ga Yeong
Jung Young Joo / Im Cheong
Jung Suk Yong / Lee Hak Chan
Ahn Sang Woo / Do Pyeon Gang
Benim Yorumum:
Dizi gerçekten çok keyifliydi. Ajumma inanılmaz efsane bir karakter olmuş :) Üstelik farkındalık düzeyi de bence çok yüksekti. Uzun zamandır izlediğim en güzel K-Dramaydı hatta. Çünkü artık hemen hepsi yakışlıklı/güzel oyuncuları öne süren, neredeyse birebir aynı senaryoya sahip tek düze bir hale geldiler. -Bunu yıllardır K-Drama izleyen biri olarak söylüyorum.-
Dizideki oyuncular öyle waow düzeyde bir yakışıklılığa, güzelliğe sahip değillerdi ama kadro çok çok iyiydi! Duyguları o kadar güzel geçirdiler ki bazı sahnelerde gözlerim doldu-canım savcımla ağladık T.T-, bazı sahnelerde kahkahalar attım, bazı sahnelerde kendimi çaresiz hissettim...
Ko won da çok tatlı bir karakterdi. Naif, sevgi dolu...
Hele Mi Jin'in arkadaşı herkesin sahip olmak isteyeceği en efsane dostlardan - izlerken çok şükür ki benim de böyle bir dostum var, ne şanslıyım dedim. Canım Mügemmm sana buradan da kalpler bebeğim <3- Umarım sizlerin de hayatlarında böyle dostlar vardır.
Mi Jin'in annesi tam bir K-Drama anne karakteriydi, babası hele yaa yerim seni *-*
Her şeyi başlatan tatlı pisiciğimiz, seni unutmak olur mu? :)
Dolandırılmalara doyamayan sevgili Müfettişimiz de çok renkli bir karakterdi :)
Hem keyif alıp hem de bazı şeyleri sorgulamanızı sağlayacak mini bir dizi, tavsiyedir! (:
İzleyecek olanlara şimdiden keyifli seyirler.
Not: Diziyi izledikten sonra kedilerden kaçmayın aman haa! :)
Yeniden görüşünceye dek kendinize çok iyi bakın!
Not: Görseller Google Amcadan alıntıdır. guneykoresinemasi.com sitesinden alıntılar vardır. ^^
Posted by MyReaL on Ağustos 06, 2024 with 16 comments
Selamlar Blog Dostlarım!
Öncelikle söylemeliyim ki minnak hikayemin ilk bölümüne yaptığınız yorumlar beni gerçekten çok mutlu etti. Yıllardır ne kadar yazmak istesem de bir türlü elim gitmiyordu, bir cesaret yazmışken de bir şekilde devam istiyorum çünkü gene yazmaktan kaçmak istemiyorum ama kolay da olmuyor...
Görelim bakalım nasıl devam edecekler...
Bölüm şarkısı
~~
"Esss hazır mısın hadi, seni bekliyorum!" diye minicik salonumun ortasında inleyen sevgili dostum Aysu'yu tam üç haftadır iyi olduğuma inandıramıyorum. Çünkü ne yazık ki iyi değilim ama olmak zorundayım. Neden olmayayım ki? Lanet! Biraz daha böyle devam edersem kafayı yiyebilirim.
"Tamam tamam geliyorum işte, patladın mı?" Anlaşılan o ki bir zamanlar her gün gittiğimiz ama benim günlerdir gitmemek için bin bir türlü bahane uydurduğum kafeye bugün artık gitmek zorundayım. Aysu'yu daha fazla geçiştiremem. Zira bugün de bir bahane bulursam kolumdan tutup Gülseren Budayıcıoğlu'nun yolunu tutabilir. Durduk yere al başına belayı! Bir bakmışsınız magazinlerde ya da TV dizilerinden birinde kendi mallıklarımı izliyorum. Tabii hasta bilgileri saklı tutularak! Cidden bu hayatları garip garip şekillerde ekranlara yansıyan insanların bir şikayeti yok mu? N'olursa olsun mutlaka birileri bir yerlerden tanıyordur o kişileri öyle değil mi? En gizli sırları ortaya serilmişken insan kendini çıplak kalmış gibi hissetmez mi? Nasıl şikayet etmez, sırf para için bu dizilerin falan yayınlanmasına izin verilir mi? Aman! Neyse ne! Kendi dertlerim bitti bir de millet için endişelenmeye başladım. Şu halime bak. 2 saattir evden çıkmamak için bahane bulabilmek adına 5 kere tuvalete girdim. Bir kere tam kapının eşiğinde -yanlışlıkla- çorabımı kaçırdım ama sevgili Aysucum hala inatla kapımın önünde durmuş benim odadan çıkmamı bekliyor... Derin bir nefes al ve bir adım at Es, hadi!
~~
"Vuhhhuu bu ne hal kızım! Mekandakileri kalpten götürmeye yemin ettin galiba?" diyerek ıslıklar çalan canım Aysu'ma oflayarak "Ne alakası var Aysu ya." diye cevap versem de şöyle bir göz atıyorum giydiklerime. Diz kapağımın bir karış kadar yukarısında biten siyah pileli eteğim, düz siyah çizmelerim, çizmelerime eş kemerim ve crop kesim siyah bluzumla biraz fazla siyah olmuş olabilirim ama ölüm meleği olmadığıma eminim!
"Yok canım hiç alakası yok incecik belini ve benim boyum kadar olan bacaklarını gözümüze sokmuyorsun hiç."
"Off amma yaptın, hadi gidiyorsak gidelim yoksa pizza söyleyeceğim." diyerek onu en hassas noktasından vurmaya çalışsam da bu defa bana pizza da yardımcı olmuyor ve sevgili dostumla kol kola ayrılıyoruz evimden.
Bacağım kadar olduğunu iddia ettiği bir elli üçlük boyuyla hayatımda öylesine büyük bir yere sahip ki Aysum. Kalbimin, ruhumun ve hatta evimin her bir köşesinde onun izi var.
Bakmayın boş zamanlarında bana bakıcılık ettiğine çok çok iyi işlere imza atmış saygın mimarlardandır. Allah var arkadaşım olmasa evimi dizayn ettirmek için ona ödeyeceğim parayı senelerce çalışıp anca biriktirebilirdim. Zira kendisi öyle her önüne gelen işi kabul edemeyecek kadar burnu havada bir tip! Değil tabi ki. Şaka yapıyorum! Sadece kaşesi biraz pahalı diyelim...
Eh pahalı kaşe pahalı araba demek değil mi? Aysu'mun bembeyaz Tesla'sına atlayıp boş caddelerin keyfini sürerek ilerliyoruz. Her ne kadar düşünmek istesem de kendimi yine onu düşünürken buluyorum. Tanrım! Sanki aklımdan biran olsun çıkmasına izin veriyormuşum gibi konuşmuyor muyum bir de! Gerçekten n'oluyor bana anlamıyorum. O gün, sahilden eve nasıl gittim, sonraki haftasonunu nasıl geçirdim inan hatırlamıyorum. Benim gibi bir kadına hiç yakışmıyor böyle çocukça saçma hareketler, kendime kızıp duruyorum ama n'aparsam yapayım engel olamıyorum işte...
"Hazır mısın kara meleğim!" diyerek omuzumu dürten canım arkadaşıma hayır değilim, hemen eve dönelim diye yalvarmak istesem de "Tabii ki de hazırım, hem niye olmayacakmışım ki?" diyerek arabadan hızla iniyorum. Aman gururundan zerre ödün verme Es, aferin sana!
Titreyen bacaklarıma da lanetler ederek adım adım ilerliyorum kafeye doğru. İçerisi normal zamanlardan daha dolu görünüyor gözüme ama belki de bana öyle geliyor emin olamıyorum. Arkama dönüp nereye oturalım, diye soracakken Aysu'nun önceki gelişlerimizde sürekli sohbet ettiği garson çocukla konuştuğunu görünce hiç bozmadan yoluma devam ediyorum. İstemsizce sahneye en yakın boş bir masaya oturuyorum. Bu gece burada olup olmayacağını dahi bilmiyor olmama rağmen bu kadar heyecan niye? Derin bir nefes aldıktan sonra masada bulunan butona basıyorum. Sarışın, tatlı mı tatlı bir genç kız tüm neşesiyle yanıma geliyor.
"Yaa hoş geldiniz, nasılsınız? Mimar hanım yok mu?" diye soruyor. Bu kafeyle ilgili en sevdiğim şey de bu işte. Çalışanların hemen hemen hepsi birkaç sokak yukarıdaki üniversitede okuyan genç ve azimli öğrencilerden oluşuyor. Onların heyecanı, hevesi insanı motive ediyor.
"Selam! İyiyim, sen nasılsın? Mimar hanım tam olarak şurada mavişle flörtleşiyor," diye dalga geçerek kafenin girişindeki boş alanda garson çocukla konuşan tatlı arkadaşımı işaret ediyorum. O da bana eşlik edip güzel bir kahkaha atıyor ama hemen ardından yüzünde bıkkın bir ifade beliriyor.
"Yaa yemin ederim şimdi 7/24 bu anı anlatıp duracak bize off! Kafayı yedirecek bu çocuğun Aysu hanıma olan aşkı," diye de sitem ediyor.
"Üzgünüm arkadaşımın erkekler üzerinde böyle etkileri olabiliyor," derken gerçekten çok eğleniyorum.
"Eee ne getireyim size? Aç mısınız? Yeni bir usta başladı bir iki gün önce sizin pizzayı efsane yapıyor!" diyerek önerisini de sunan Işıl'ın teklifine normal zamanda olsa hemen atlardım zira Aysu sağolsun pizza hayatımızın vazgeçilmez bir parçası ama her ne kadar kafamı dağıtmaya çalışsam da üzerimdeki gerginliği tamamen atmış sayılmam. O sebeple "Bir şey yemek istediğimden emin değilim tatlım ya bir bira alayım Aysu gelince tekrar bakarız," diyorum.
Birkaç dakika sonra Işıl elinde benim bira ve Aysu'nun portakal suyuyla geliyor. Hemen ardından da sevgili dostum masaya teşrif ediyorlar. Her ne kadar bacak kadar boyu olduğunu iddia edip dursa da duru bir güzelliği vardır Aysu'mun. Biraz önce konuştuğu delikanlınınkilere eş masmavi gözleri ile baktığı herkesi efsunluyor adeta. Belinin ortasına uzanan kıvır kıvır kömür karası saçları, onlara tezat bembeyaz teniyle resmen bir afet. Nokta. Net!
"Gene çocuğun aklını başından almışsın minik cadı!" diye kendisine takılıyorum.
"Hahaha! Sanki senin bu yaşta aklın çok başında da!" diyerek bana laf sokuyor. Tam ağzımı açıp cevabını verecekken onun sesini duyuyorum. Büyük bir çoşkuyla "İyi akşamlar millet! Hepiniz hoş geldiniz!" diye sesleniyor herkese. Hadi ama gözümü kaç saniye ayırdım ki sahneden? Geldiğini nasıl görmedim? Acaba o beni görmüş müdür? Saçlarım iyi mi? Makyajım dağılmış mı? Of! resmen her seferinde gafil avlanıyorum. Hay lanet! Ben kendi kendimle savaşmaya devam edeyim o çoktan başlıyor sahnesine. Ve bir anda lise yıllarımıza alıp götürüyor bizleri...
Eğer her gece yattığında
Büyülü düşler sana
Benden bahsediyorsa
Hemen tatlı uykundan uyan
Çünkü ben hiç uyuyamam
Seni düşündüğüm zaman
Ben ki sevmekten hiç usanmam
~~
Evettt geldik bir bölümün daha sonuna :)
Önceki bölümde de söylediğim gibi geri dönüp okuyarak düzeltmeler yapmak istemiyorum o yüzden böyle saf haliyle -varsa hatalarıyla- paylaşıyorum.
Umarım okurken keyif almışsınızdır. Yorumlarınız benim için çok değerli, lütfen mutlaka görüşlerinizi belirtin. ^^
Posted by MyReaL on Temmuz 31, 2024 with 4 comments
Selamlar Sevgili Blog Dostum!
Bu hafta ben de Deeptone'a katıldım. :)
AĞAÇ EV SOHBETLERİ 258
Ağaç Ev Sohbetlerimiz beşinci yılını da bitiriyor. Altıncı yılına giriyoruz. Her hafta bir sohbet konusu buluyoruz ve o konuda yazıyoruz. Herkes yazabilir, herkes sohbet konusu bulabilir.
Bölgesel internet arızası nedeniyle 8 gün nete, bloga giremedim. Yeni çözdü sorunu Türksat. Laptopları kullanamadım hiç. Telden blog yorumlarını onayladım sadece. Telden bloga yazı yazmak, yorum yazmak keyifli olmuyor.
İzlemek istiyorum çok ama hepsini an be an izleyemiyorum ne yazık ki... Genelde sosyal medyadan takip ediyorum. Bizim başarılı çocukları gördükçe de gurur duyuyorum!
Ahh hele kızlarımız nasıl aldılar intikamımızı *-* 2-0 'dan gelip 2-3 yenmek nedir be vicdansızlar öldük öldük dirildik (:
Mete Gazoz'u zaten hepimiz tanımıştık. O ve diğer iki gencimiz de ilk madalyayı aldılar. Gerçekten gurur duydum!
Eskrimde de sevgili Nisanur çok iyi gidiyormuş. Onu izleme şansım olmadı ama instagramda denk geldim kısa videolara.
Hepsi bizim çocuklarımız, bizim kanımız, bizim canımız. Umuyorum ki çok çok daha iyi yerlere gelir, çok daha büyük başarılar elde ederler.
Olmadığımız dallar da var ne yazık ki... Gelecek yıllarda diğer dallarda da yarışacak gençlerimiz olur, inşallah.