31 Ekim 2019 Perşembe

Hikayem: Karanlık Ruhlar - Bölüm 6: Senin için Öldürebilirim ~~

Selamlar canlar!

Hikayemi yazmaya ve Wattpad'de yayınlamaya devam ediyorum. Orada tabi 21. bölümdeyiz :)
Daha önce de belirttiğim gibi; üzerinden yıllar geçti, o yüzden ilerleyen bölümler arasında kopukluklar, eksikler, mantık hataları bir sürü şey var. Yine de umarım severek okur ve görüşlerinizi benimle paylaşırsınız.

Keyifli okumalar (:
İlk bölümü okumayanlar için Tık Tık ^^
İkinci bölümü okumayanlar için Tık Tık ^^
Üçüncü bölümü okumayanlar için Tık Tık ^^
Dördüncü bölümü okumayanlar için Tık Tık ^^
Beşinci bölümü okumayanlar için Tık Tık ^^

***
6. Bölüm: Senin için Öldürebilirim ~~
Aymira, o günden sonra 10 gün boyunca yalnızca finalleri ile uğraşmış, hafta sonları da dahil olmak üzere sınav için fakülteye gitmek dışında odasından dışarı adım atmamıştı. Bir ara yaşlı kadına mesaj atıp kendisine ihtiyacı olup olmadığını sormak istemişse de telefonunu tüm o karmaşa yaşanırken dükkanda unuttuğunu çok sonra fark etmiş ama üzerinde durmamıştı. Ne de olsa Eylül müdire ve ihtiyardan başka kimse bir telefonu olduğunu dahi bilmiyordu.



O gün, son sınavdan çıkınca koşar adım çiçekçiye gitti. Günlerdir dükkanı tek başına idare etmeye çalışan yaşlı kadının çok yorulduğuna ve ortalığın kir pas içinde olduğuna emindi. Yaşlı kadının, sınavları hakkında soruları olduğuna emin olduğu gibi… Ancak, çiçekçinin önüne gelip de kapının kapalı olduğunu görünce şaşırdı, yine de kimseye bir şey soramadı. Yaşlı kadının bir şeyler almaya gittiğini düşünerek çantasındaki yedek anahtarı çıkarıp kapıyı açtı. İçeri girer girmez her zaman olduğu gibi çantasını ve üzerindeki ince hırkayı masanın yanındaki dolaba tıktı ve arka tarafta bulunan küçük tuvalete gidip viledayla fırçayı alarak geri döndü. Dükkan sanki uzun zamandır kapalıymış gibi ağır bir kokuya sahip olduğundan demir kapıyı ve masanın hemen sol tarafında bulunan küçük camı açtı. Her yeri güzelce fırçalamadan önce çiçekleri solmuş saksıları temizledi. Hemen ardından da yerlere saçılan toprakları ve ölü bitkileri büyükçe bir çöp torbasına tıktı. Yerleri sildi. En son masanın üzerindekileri toplayıp tozunu alacakken adının yazılı olduğu kağıdı fark etti. Titrek el yazısını hemen tanıdı ve kadının yapması gereken işleri sıraladığını düşünerek sonra okumak üzere pantolonun arka cebine tıktı, küçük kağıdı. Oysa okusaydı bilecekti orada bir dakika daha durmaması gerektiğini, tehlikenin yeniden etrafında dolandığını…



Genç kız, masanın tozunu almış, hemen ardından dükkanın demir kapısını örtmüş geri dönecekken arkasındaki kapı şiddetle geri açıldı. Hafifçe irkilerek geriye dönüp baktığında gördüğü adamlar bedenindeki adrenalin salgısını arttırmış, kalbi korkuyla çırpınmaya başlamıştı bile... Bulundukları küçücük dükkan, karşısındaki kocaman üç adam ile nefes alınması imkansız bir alan haline gelmişti. Solukları daha da sıklaşırken bir eli istemsizce kalbinin üzerinden boynuna doğru aldı. Gelmekte olan atağın farkındaydı ama şimdi sırası değildi! Bu adamların karşısındayken kontrolünü kaybedemezdi. Evet, müşterilerle ilgilenmek onun işi değildi ama şimdi sakin olup yaşlı kadın gelene kadar elinden geleni yapmalıydı. Kapıyı açış şekillerini düşünmemeliydi. Her müşteri kibar olmak zorunda değildi.

Kendini sakinleştirmek adına kaçıncı defa olduğunu bilmediği bir sefer daha ‘Geçti, sakin ol Aymira. Sorun yok, sakin ol,’ diye tekrar ederken, içten içe, adamlardan biri “Ooo bizim moruk yerine çok tatlı bir bebek bırakmış,” deyip kendisine doğru gelmeye başlayınca, bilinçsizce geri geri gitti Aymira. Küçücük dükkanda ne kadar geri gidebilirdi ki? Birkaç adım sonra ayakları yerdeki saksıların arasına karışmış, duvarla buluşmuştu küçücük bedeni. Adam, üzerine doğru eğilirken gözleri donuklaşmış, sanki mümkünmüş gibi daha da yaslanmıştı arkasındaki duvara. Nasıl olduğunu anlayamadan yüzüne dokunmaya başlayan eli tutup ısırmaya çalıştı ama daha emeline ulaşamadan suratının ortasına patlatılan tokat ile yere kapaklandı. Yalnızca birkaç saniye sonra da kendinden geçmişti...



Kapıdan henüz girmişken kızın, yere düşüşünü gören adam, iri yarı adamının yanına gelip suratına yumruğunu geçirirken “Kimden izin aldın ulan! Sen ne bok oluyorsun da benim elime geçen kadına elini sürebileceğini düşünüyorsun!” dedi, hayvansı bir vahşilikle. Peş peşe indirdiği yumruklarının ardından adamın yüzü kan çanağına dönmüştü ama bu, hiç umurunda değildi. O, kanı severdi, gücü, acıyı…



Aldığı darbelerle yere yıkılan adama dönüp bir kez daha bakmadan yerde yatan kızın yanına gitti. Yüzünü örten kızıl saçlarını geriye iterken, sağ yanağında yer edinen kırmızılık içini yeniden öfkeyle doldursa da adamın cezasını kızın gözleri önünde verecekti. Kollarından birini dizlerinin altından geçirirken diğerini de omuzlarının altından geçirip kucağına aldığı kızla birlikte çıktı dükkandan. Geri dönüp adamlarına direktiflerini vermeyi unutmamıştı elbette.

“Dükkanı dağıtın ve o moruğu bulup iki gün sonra geri geleceğimi söyleyin! Şu şerefsizi de bir güzel temizleyip akşama karşıma getirin!”



~~



Aymira, bilinci yavaşça yerine gelirken hatırladığı son anların, kötü bir rüya olmasını diledi. Asla gerçek olmasını istemeyeceği, lanet olası bir kâbus! Ama elbette öyle olmamıştı.
Zaten onun dilekleri ne zaman gerçek olmuştu ki?



Gözlerini aralarken yüzüne dokunan el, en büyük kâbuslarının başlangıcının habercisiydi. Karşı koyamadı genç kız. Yıllar içerisinde defalarca yaptığı gibi yine gelecek olan acıyı ve ölümü bekledi. Ruhu değildi artık o yatakta yatan, bedeni bir külçe gibi yığılmıştı, kendisi gibi en az beş kişinin daha yatabileceği geniş yatağa... Beyni tüm fonksiyonlarını kapatmıştı adeta. Yalnızca bilinçsiz nefesleri ve birkaç damla gözyaşı vardı Aymira’nın. Ne çığlıkları ne de çırpınışları…



Tanımadığı o kocaman adam, kollarından birini sırtının altından geçirirken gözyaşları da dondu kaldı. Gelecek olan felakete hazırdı. Ama beklediğinin aksine sırtı yatırıldığı yatağın başlığı ile buluşunca bir an için umutla doldu zavallı ruhu. Belki, belki de bu sefer her şey korktuğundan farklı olacaktı…



Adam, hiçbir şey söylemeden odanın kapısını açtı ve bir anda en az kendisi kadar yapılı 4 adam odaya girdi. Aymira, bu görüntü karşısında kanının donduğunu hissetse de umutlarının yıkılması için henüz erkendi. Çünkü güzelliklerle hiç tanışamamış gözleri hayatın en büyük pisliklerinden birini daha görecekti. Ve o, umudunu kaybetmek fiili aklına bile gelemeyecekti, genç kızın.



Kendisini uyandırdığını düşündüğü adam yeniden yanına gelirken istese de daha öteye gidemedi. Üzerindeki pikeye daha da sıkı tutunup bedenine tamamen sararken dizlerini kendine doğru çekerek küçücük kaldı sadece. Adam gelip de yanına oturunca umutsuzlukla yumdu gözlerini genç kız ve yanaklarından birer damla daha yaş süzüldü… O kocaman ve korkunç el bir kez daha deyince yüzüne irkildi. Haykırmak, uzak dur, yapma demek istedi ama diyemedi…



“Ah güzelim… Yanağının halini görüyor musun?” diyen adama şaşkınlıkla baktı bir an sonra. Neyden bahsediyordu bu adam?



Kızın gözleri kendi gözlerine kitlendiği an içindeki duygular şahlandı. Bu kız, onundu! Ve o şerefsiz onun olana el sürmüştü!



“Harun! Getir o şerefsizi buraya!” diye kükreyen adam, içindeki korkuyu daha da harlamıştı. Korkudan ölmek diye bir şey var ise Aymira tam da o anda böyle bir şeyin olmasına ihtiyaç duyuyor, aldığı her nefeste bu isteğinin gerçekleşmesi için dua ediyordu.



Bir an sonra yüzü gözü yaralar içerisindeki bir adam yatağın dibine kadar getirilmişti. Yanında oturan, koyu kahve gözlü adam cebinden siyah bir bıçak çıkarınca, yüzü yaralar içerisindeki adam haykırmaya, yalvarmaya başladı. Aymira şok olmuş bir şekilde gözlerini bir an olsun kırpmadan çevresinde olanları izliyordu. Sanki kendisi gerçekten de orada değildi, sığınma hayatı yaşadığı yurdun yine en gizli köşelerinden birine sinmiş, bakıcının açık unuttuğu televizyonunun karşısında bir gerilim filmi izliyordu. Yanındaki adam yeniden kükrerken bile titremedi genç kız. Ama yüzü yaralı adam daha da şiddetli bir şekilde titremeye ve yalvarmaya başladı.



“Yapma abi, kurban olayım yapma. Ben, ben valla bilerek…”



“Kes lan! Ben, benim olana kimin dokunmasına izin verdim bugüne kadar pezevenk! Sen kim oluyorsun da bana ait bir şeye elini sürebileceğini düşünüyorsun?” diye tıslarken Aymira bir an düşündü, kimdi bu adam, ne demekti benim olan, kendisinden mi bahsediyordu? Bir anlık şokla kendinden geçmiş olsa da karşısında duran adamların sımsıkı tuttukları ve korkudan yalvaran adam dükkanda üzerine yürüyüp kendisine tokan atan adamdı, biliyordu. Ama benim olana elini süremezsin diyen bu adam da kimdi? Kendisini tanıyor muydu? Onu koruyacak mıydı? Bir an bu düşünceyle bedeninin gevşediğini hissetti genç kız. Hayatında ilk defa biri onu korumak adına başka birini cezalandırıyordu öyle mi? Eylül müdire bile bu kadarını yapamamıştı! Evet, onu kurtarmıştı ama onun için birini cezalandırmak? Zavallı ruhu yeniden umutla doldu genç kızın. Belki de bu adam gerçekten de zarar vermeyecekti ona. Gözlerini karşısındaki adamın yüzüne çevirdi.



Ama gerçek çok başkaydı! O Barlas’tı! Karanlığın, acımasızlığın diğer adıydı. O, isterdi ve alırdı. Eğer Aymira’ya benim demişse bu, onun kararıydı ve karşısındaki kişinin tek bir itirazda ya da yorumda bulunma hakkı yoktu! Eğer Aymira’ya benimsin demişse bu, kızın ölüm fermanını okuduğu anlamına gelirdi ama genç kızın henüz bundan haberi yoktu. Yaşayacağı karanlık günlerin yalnızca bir nefes ötesinde olduğunu bilmiyordu...



Karşısındaki adama iyice yaklaşan ve bıçağını yüzünde gezdiren adamı izledi, gözlerinde belirmeye başlayan korku ile. Kendi gözlerine eş koyu kahve gözlere sahip adam bu defa tıslayarak “Hangi elin?” diye sorunca aklına dolan korkunç senaryolar karşısında gözleri irileşmiş, yüzü donmuştu genç kızın.



Yüzü yaralı adam bir kez daha “Abi yapma, affet,” derken Aymira da içinden tekrar ediyordu: Bu kadar ileri gidemezsin! Yapma, yapma, yapma! Ama adamın eline saplanan bıçak, etrafa saçılan kanı ve odayı dolduran çığlıkları bir kez daha vermişti ona cevabını. Yalvarmak, asla sonucu değiştirmezdi. Vahşi bir avcı, yakaladığı avının gözünün yaşına bile bakmazdı! Acıyla inlerken bir kez daha sarıldı karanlıkla, gözlerinin gördüğü karanlıklardan kurtulmak isterken bambaşka bir karanlıkla kucaklaşması da hayatın ona karşı sunduğu lanet bir oyun değil de neydi? Peki ya o kulaklarına dolan ses, aklının bir oyunu değil miydi?



“Senin için güzelim. Onu senin için öldürebilirim… Sana kimsenin dokunmasına izin vermem!”


***

Sosyal medya: asliyilmazmyreal , asliyilmazhikayeleri ve myrealsbooks


Kocaman Sevgilerimle,


7 Ekim 2019 Pazartesi

Hikayem: Karanlık Ruhlar - Bölüm 5: Pembe (?) Düşler ~~

Selamlar canlar!

Uzun uzun uzunnn zamanlardır ne yazık ki bloguma uğrayamıyorum. Bari dedim en azından önceden verdiğim sözü tutayım ve hikayemi yayınlamaya devam edeyim.
Üzerinden yıllar geçti, o yüzden kopukluklar, eksikler, mantık hataları bir sürü şey var. Yine de umarım severek okur ve görüşlerinizi benimle paylaşırsınız.

Keyifli okumalar (:
İlk bölümü okumayanlar için Tık Tık ^^
İkinci bölümü okumayanlar için Tık Tık ^^
Üçüncü bölümü okumayanlar için Tık Tık ^^
Dördüncü bölümü okumayanlar için Tık Tık ^^


***


5. Bölüm: Pembe (?) Düşler ~~




Aymira, dersten sonra çantasını sırtına alıp hızla ayrıldı fakülteden. Başka biri olsa arkadaşları ile bir kafeye gider çay, kahve ya da bir meyve suyu ile birlikte bir şeyler yer. Tabiri caizse peşpeşe girdiği onca dersten sonra biraz kafa dağıtır sonra da mutlaka otobüse ya da arabasına biner öyle giderdi gitmesi gereken yere ama onun böyle lüksleri yoktu. Birileri, bineceği arabanın modelini beğenmezken ya da bindiği otobüsün doluluğundan şikayet ederken o, otobüse binmenin ne demek olduğunu bile bilmiyordu. Arkadaşlarla takılmayı bırak, yıllardır içinde yer aldığı kalabalığa rağmen arkadaş kavramının ne olduğundan dahi bir haberdi…


Mümkün olan en hızlı tempoyla yürüdü çiçekçiye doğru. Yaklaşık yarım saat sonra nefes nefese bir halde demir kapının kolunu hafifçe bükerek girdi içeri. Çantasını çıkarıp kasa, not defteri, faturalar ve birkaç kalemin düzenli bir şekilde üzerinde durduğu masanın yanındaki, üzerindeki kaplaması yer yer dökülmüş, eski dolaba tıktı. Arka tarafa geçip tuvaletten viledayı ve fırçayı aldı. Bir an durup soluklandıktan sonra çok severek aldığı vanilya kokulu yer silme sabununu yarısına kadar suyla doldurduğu viledanın içine döktü. Çiçekçide çalışırken yapmaktan en çok zevk aldığı şeylerden biri de buydu. Yaşlı kadın ona ihtiyacı olan parayı veriyor ve hem temizlik malzemeleri hem de atıştırmalıklar konusunda kararı ona bırakıyordu. İşe başladığının üçüncü günü hayatında ilk defa bir markete girip de sabun almıştı Aymira. İlk etapta ne yapacağını bilemese de etrafındaki kadınları gözlemleyip tek tek koklamıştı her bir sabunu. Üzerlerindeki notları tek tek okumuştu, ne işe yaradıklarını analiz etmiş, hangisi alması gerektiğine karar vermeye çalışmıştı.


Bir an eline aldığı sabunun arkasındaki yazıları okurken bir kadın anti bakteriyel, çilek kokulu bir el sabunu almıştı eline. Küçük kızı, heyecanla konuşuyor, gülücükler saçıyordu. “Hiii çilekli! Pembe sabun. Benim sabunum. Defne’nin sabunu!”
Kadının ve alışveriş arabasının içine oturtduğu kızının ardından bakarken eli o sabuna gitse de hemen geri çekmişti. Daha sonra da bu vanilya kokulu sabunları bulmuştu, işte. Hem yerler için hem de elleri için. Şeffaf şişelerin içindeki bembeyaz sabunlar, ruhuna ne kadar tezat olsa da pembeden daha yakındı içindeki zavallı kız çocuğuna…


Hepi topu onbeş, yirmi metre kare olan küçücük dükkanı önce bir güzel süpürdü, elindeki eskimiş fırça ile. Etrafa saçılan toprakları ve malzemeleri toplamak bu defa biraz fazla zamanını almıştı ama aldırış etmedi, belli ki ihtiyar, bugün daha fazla saksı çiçeği hazırlamıştı ya da sadece canı etrafı dağıtmak istemişti...


Genç kızın çalıştığı bu küçük çiçekçinin kapısından girince sıcak bir mekan karşılıyordu insanı. Bunda yaşlı kadının yüzünden bir an olsun eksik etmediği tebessümlerinin de etkisi vardı, elbette. Yetimhane müdiresi Eylül Hanımın çok eski bir ahbabıydı, yaşlı kadın. Zaten Aymira da bu işe o sayede girmişti.


Yaşlı kadın, her gün erkenden dükkanı açıyor. Rengarenk çiçekleri yine rengarenk saksılara diziyor ve hem dükkanın önüne hem de içine gelişi güzel bir şekilde yerleştiriyordu. Eh tüm bunları yaparken ortalık da baya kirleniyordu ama yaşlı bedeni bir de ortalığı temizlemesine izin vermiyordu.


Aymira da her gün dersten sonra gelip kadının dağıttıklarını topluyor, çiçek saksılarının arasındaki boşluğa yerleştirilmiş küçük, eski masayı siliyor, minik mutfaktaki birkaç parça bulaşığı ve tuvaleti yıkıyor, en son da çayı demleyip kadının karşısına geçip oturuyordu. O gün için yapılması gereken başka bir işi varsa yaşlı kadın anlatıyor, o da sessizce dinleyip gerekirse birkaç not alıp işinin başına geçiyordu. İlk zamanlarda çok zorlansalar da zaman içerisinde her şeyi bir rutine oturtmuşlardı. Kadın, ona neden konuşmadığını sormaktan vazgeçmişti, o da kaçıp gitmeyerek işini en güzel şekilde yapmaya başlamıştı…


Çiçek kokularının birbirine karıştığı küçük dükkanı kısa sürede temizlemiş, ocağa koyduğu çayın demlenmesini beklerken masanın diğer ucuna geçmiş ders boyunca aldığı notları gözden geçiyordu ki yaşlı kadının uyarısı ile uzun bir süredir notlarının arasına gömüldüğünü fark etti. Mutfaktan çayları almak için kalkarken dükkana birkaç adamın girdiğini gördü ama aldırış etmedi. Zaten müşterilerle konuşamadığından onları karşılama ve onlarla ilgilenme kısmı yaşlı kadının alanıydı. O, en fazla yaşlı kadının taşıyamayacağı ağırlıktaki saksıları müşteriye göstermek için olduğu yerden alıp masaya getirirdi ya da belki alınan bir demet gülü, zambağı ya da papatyayı süsler, sahibine teslim ederdi.


Güller ve papatyalar neyse de zambakları paketler, minik not kağıtlarına karşısındaki kişinin söylediklerini yazarken içi bir parça da olsa burulurdu genç kızın, her defasında... Evet, böyle şeylere hakkı olmadığını, asla birinden bir demet çiçek almayı bırak güzel bir söz duymayacağını biliyor, beyni her fırsatta avaz avaz haykırıyordu bu gerçeği ama en nihayetinde o da yirmilerinde bir genç kızdı ve istese de içindeki umut dolu kızı tamamen yok edemiyordu…


Büro tipi buzdolabının, ahşap hazır bir tezgahın ve küçük bir çekmeceli dolabın bulunduğu mutfağa girdiğinde, bedeni ürperdi nedensizce. Ufak bir titremenin ardından çekmeceli dolabın üst gözünden kendine bir büyük fincan alırken yaşlı kadın için ince belli çay bardaklarından birini aldı. Yaşlı kadından öğrendiği bir alışkanlıkla bardağı ve kupasını çayla doldurmadan önce sıcak su ile çalkaladı ve biraz da olsa ısındıktan sonra doldurdu. Tezgahın üzerinde, duvara paralel bir şekilde duran mavi, içi gökyüzü desenli tepsiye yerleştirdi elindeki bardağı ve fincanını. Bir an masmavi tepsinin üzerindeki fincana takıldı gözleri. Hayatında ilk defa kendisine ait bir şeyi vardı, Aymira’nın. Üstelik de tospembeydi! Yaşlı kadın, bir sabah, dükkandan bir şey söylemeden çıkıp on dakika sonra geri geldiğinde önüne koymuştu bu kupayı. “Çalışırken unutuyorsun çayını içmeyi, sonra da buz gibi çayı tiksine tiksine yutuyorsun. Hiç olmadı bir bardaktan sonra bana ayıp olmasa yerinden kalkıp kendine çay doldurmuyorsun. En azından bunda çayın hem daha uzun süre sıcak kalır hem de daha geç biter,” dedikten sonra herhangi bir şey söylemesine izin vermeden mutfağa geçmişti. O an, yıllar sonra ilk defa gözlerinden birer damla yaş akmıştı, Aymira’nın. Acılar içerisinde geçirdiği onca zaman akmayı unutan gözleri nedendir bilinmez o an akmaya karar vermişti…
Yıllar sonra, bir kadın, ona tozpembe bir kupa hediye etmişti, genç kızın içindeki pembe hayallerin nasıl da siyaha büründüğünü bilmeden. Belki de yeryüzündeki en nefret ve acı dolu rengin pembe olduğunu düşündüğünü bilmeden… Acıyla tanıştığı o ilk anda, pazardaykan annesine alması için saatlerce yalvarıp kendini tezgahın üzerine attığı o minik, pembe taytını giydiğini bilmeden…


Daldığı derinliklerden kurtulmak için gözlerini birkaç kez kırptıktan sonra bardakların da durduğu çekmeceli dolabın ikinci gözünden iki servis tabağı alıp üçüncü çekmeceden çıkardığı atıştırmalıkları tabaklara dizdi eşit ve simetrik bir şekilde. Tabakları da tepsiye koyup içeri girecekken içeriden gelen yüksek sesler hareketlerinin önüne set kurdu. Bir adam ölüm soğukluğunda bir sertlikle konuşuyordu.
“Bana bak ihtiyar! Bu dükkan 10 gün içinde boşaldı, boşaldı! Boşalmadı, o zaman ben boşaltırım!”


Daha duyduğu sözleri idrak edememişken çarpılan kapının sesi ile sıçradı olduğu yerde. Bir an tüm bedeni donup kaldı genç kızın. Bedeni, karanlığa doğru yol almaya hazırlanırken defalarca kere tekrarladı içinden: Kendine gel Aymira. Şimdi değil. Sorun yok. Kendine gel…


Bir süre sonra nefes alışları kısmen de olsa normal düzeye ulaşınca iki yanını farkında olmadan sımsıkı bir şekilde kavradığı tepsiyi, tezgahın üzerine geri bırakıp koşarak içeri girdi. Yaşlı kadınının iyice beyazlaşan yüzü ve kalbine doğru giden eli içindeki korkuyu daha da harladı. Hemen masanın ardındaki sandalyeye oturmasını sağladı. Sonra da bir bardağa su doldurup birkaç duyum içirdi. O an nasıl olduğunu sormak için ölüyor olsa da yapamadı. Kelimeleri yoktu ki onun... Gözlerini dikti, yaşlılığın verdiği yıpranmışlıkla kenarları kırış kırış olmuş gözlere. İçindeki endişeyi görsün ve ona iyi olduğunu söylesin istedi...


Yaşlı kadın, aylardır kızın sessizliğine ve tepkisizliğine iyice alışmıştı. Şimdi kendisi için bu kadar endişelendiğini görmek, bir yandan içini umutla doldurmuş diğer taraftan üzüntüye boğulmasına sebep olmuştu. Kızın üzgün gözlerine bakarken elini tutarak “İyiyim, merak etme güzel kızım,” dedi, yüzünde yalancı bir tebessümle.


Aymira, elini tutan bembeyaz, buruş buruş eli sımsıkı sararken umutla kırptı gözlerini. Derin bir nefes aldı, rahatlayarak… Hemen ardından dudakları hafifçe iki yana büküldü ama bu o kadar kısa sürmüştü ki yaşlı kadının, bir an yanlış gördüğünü düşünmesine sebep olmuştu. Geri dönüp mutfağa doğru ilerlerken yaptığı hareketin şaşkınlığını yaşıyordu o da. Kasları dahi garipsemişti bu hareketi. Sahi en son ne zaman gülmüştü?


Yaşlı kadın, umutla baktı genç kızın ardından. Diliyordu ki kendi gibi, gönlü gibi güzel bir hayatı olsun bundan sonra, mutluluğu kucaklasın da o küçük kalbi korkuyla değil mutluluğun en büyüğü ile çarpsın göğsünde. En az kendi gönlü kadar güzel bir gönül yer etsin hayatında. Tebessümleri korkak göçek değil, benliğine sığmaz olsun...


Ama bilmiyordu, o bembeyaz çehreye, kapkaranlık bir ömür yazmıştı Yaradan. Beline kadar uzanan, dalga dalga kızıl saçlarından daha kızıl bir acıydı alnına yazılan. Güzel yüzüne renk katan pembemsi dudaklara mutlulukla gülmek yazılmamıştı. Kırk yıllık hatırın mirasçısı koyu kahveleri, yalnızca acıyı miras almıştı kaderden ya ondan sebep hiçbir zaman masmavi günleri göremeyecek, hep karanlıklarla kuşanacaktı. Fırtınaların, kara bulutların habercisi olacaktı…

***

Sosyal medya: asliyilmazmyreal , asliyilmazhikayeleri ve myrealsbooks


Kocaman Sevgilerimle,